Giriş, Sonsuzluğun Işığında: Cennet Hakkında Düşünceler
Bir keresinde, bir kilise önderinin şaşırtıcı bir itirafını işitmiştim: “Ne zaman Cennet hakkında düşünsem, bu düşünce beni bunaltıyor. Öldüğüm zaman sadece yok olup gitmeyi tercih ederim.”
Nasıl büyük bir şok yaşadığımı ona belli etmemeye çalışarak, “Neden?” diye sordum.
“O bitip tükenmez can sıkıntısı düşüncesine katlanamıyorum. Harp çalmak dışında hiçbir şey yapmaksızın bulutların arasında uçuşup durmak… bu korkunç derecede sıkıcı bir şey. Cennet kulağa cehennemden pek de daha iyi bir yermiş gibi gelmiyor. Sonsuza dek öyle bir yerde vakit öldürmektense yok olup gitmeyi yeğlerim.”
Kutsal Kitap’a inanan, yüksek lisans din eğitimi almış bu kilise önderi cennet hakkındaki bu düşüncesini nereden edinmişti? Pavlus’un, dünyadan ayrılıp Mesih’le birlikte olmanın dünyada kalmaktan “çok daha iyi” olduğunu (Filipililer 1:23) söylediği Kutsal Yazılar’dan olmadığı kesin. Ama yine de dostum bu konuda birçoklarından daha dürüst davranıyordu; birçok Hristiyan’ın cennet hakkındaki bu yanlış anlamaları aynen paylaştığına tanık olmuşumdur.
Romanlarımda cenneti betimlediğim için onunla ilgili binlerce mektup alırım. Geçen hafta gelen bir mektupta şunlar yazıyor:
Ben beş yaşından beri Hristiyan’ım. Genç bir kilise önderiyle evliyim. Bu mektubu yazmamın nedeni Deadline’ı yazdığınız için teşekkür etmektir.
Yedi yaşındayken, Hristiyan okulundaki bir öğretmen, cennete gittiğim zaman dünyadaki hiçbir şey ve hiç kimse hakkında hiçbir şey bilmeyeceğimi söylemişti. Bu yüzden ölmekten çok korktum. Hiç kimse de bana bunun dışında bir şey anlatmadı bu konuda.
Romanınızı okuyana kadar cennetten hâlâ çok korkuyordum. Ama artık korkmuyorum. Cennette bulunmak harika bir şey olacak.
Cennete ilişkin bu korkumdan dolayı Hristiyanlık yolumda ilerleyebilmek benim için gerçekten de zor oldu. Üzerimden ne kadar ağır bir yükün kalktığını bilemezsiniz. Romandaki kahramanın cennetteki deneyimlerini her okuduğumda ağladım. Artık oraya gitmek için sabırsızlanıyorum.
Cennetin nasıl bir yer olduğuna ilişkin yaygın çarpıtmalar nedeniyle Hristiyanların cennete özlem duymamaları –hatta ondan dehşete kapılmaları- yaygın bir durum. Bu itici ve uzaklaştırıcı bakış açılarının Tanrı’nın halkı içinde bu kadar çok insanı etkileyebilmiş olmasının sanırım bir tek açıklaması var: Şeytan. Şeytani aldatmacalar.
İsa, İblis hakkında “Yalan söylediği zaman kendisininkinden söyler –yalan söylemesi doğaldır-, çünkü o yalancıdır, yalanın babasıdır” diye söz ediyor (Yuhanna 8:44). Şeytan’ın en sevdiği yalanlarından bir kısmı cennetle ilgili olanlardır. Vahiy 13:6 bize şeytani yaratığın “Tanrı’ya küfretmek, onun adına ve konutuna, yani gökte yaşayanlara küfretmek için ağzını açtığını” söylemekte. Düşmanımız üç şeye küfrediyor; Tanrı’nın şahsına, Tanrı’nın halkına ve Tanrı’nın yerine, yani cennete.
Cennetten güçlü bir şekilde kovulduktan sonra (Yeşaya 14:12-15) İblis yalnızca Tanrı’ya karşı değil, aynı zamanda bize ve artık içinde bulunmadığı göksel mekâna karşı da acılık dolu bir tutum içindedir. (Onun kapı dışarı edildiği mekâna şimdi bizim haklı olarak yerleşeceğimizi fark etmesi Şeytan’ı deliye çeviren bir şey olsa gerek.) Tanrı’nın bize yüreklerimizi ve aklımızı bağlamamızı buyurduğu yer (Koloseliler 3:1-2) hakkında kulağımıza yalanlar fısıldamak… kötü ruhlar için bundan daha uygun bir saldırı yöntemi var mıdır?
Pavlus bizi İblis’in tuzaklarına karşı uyanık olmamız (2.Korintliler 2:11) ve onlara karşı durabilmek için Tanrı’nın zırhını kuşanmamız (Efesliler 6:11) konusunda uyarmıştır. Aldanmayın –Şeytan’ın en sevdiği taktiklerden biri, bize cennetin değersiz, sıkıcı, çarpıtılmış bir imgesini yutturmaktır. Cennet hakkındaki düşüncemizin cehennem hakkındaki fikrimizden pek de farklı olmadığında başka insanlara İsa’yı anlatma motivasyonumuzun olmayacağını bilmektedir.
Sokaklarda yürüyen, işyerlerinde çalışan, kuyruklarda sıra bekleyen, lokantalardaki masalarda oturan insanlara bir bakın. Gözleri ihtiyaçlarla, umutlarla, özlemlerle doludur. Dünya onlara sadece moleküllerden ve DNA’dan ibaret olduklarını, zaman artı tesadüften başka bir şey olmadıklarını söylemektedir. Ama Tanrı “insanların yüreklerine sonsuzluk kavramını koydu” (Vaiz 3:11). Yürekleri ebedi gerçekler için, kalıcı olan, gerçekten önemli olan şeyler için inlemektedir.
İçlerindeki kaynayan boşluğu doldurmak için bir şey ararlar, herhangi bir şey. Şeytan onlara acılarını geçici olarak köreltecek “ağrı kesiciler” sunar ama ağrı kesiciler etkisini yitirir. Tatmin olunacağına ilişkin verilen söz asla yerine gelmez. İnsanlar da her türlü yanlış yere yönelerek arayışlarını sürdürürler. Dine ve kişisel gelişim seminerlerine hangi sebeple yöneliyorlarsa aynı sebeple uyuşturucuya, sekse, paraya, güce yönelirler. İçgüdüleri onlara “Bir şeyler eksik” demektedir, “bundan daha fazlası olmalı”.
Ve tamamen haklıdırlar da. Bir şeyler gerçekten de eksiktir.
Eksik olan ilk şey kendisi için yaratıldığımız kişidir, yani İsa. Hagay 2:7’de Mesih’ten “Ulusların özlediği kişi” diye söz edilir; yani bütün insanların, bütün kültürlerin özlemini duyduğu kişi.
Ama eksik olan bir şey daha vardır. Her insan yüreği, sadece bir kişinin değil bir yerin de özlemini çeker. Orada yaşamak için yaratıldığımız yerin. Bizim için yaratılmış olan yerin.
Vahiy 3:12’de İsa kendisine itaat edenlere büyük bir vaatte bulunur. “Onun üzerine Tanrımın adını, Tanrıma ait kentin –gökten Tanrımın yanından inen yeni Yeruşalim’in- adını ve benim yeni adımı yazacağım”. İsa bizim üzerimize kendisi için yaratıldığımız kişinin adını ve kendisi için yaratıldığımızyerin (cennetin) adını yazacağını söylüyor.
İsa “Tanrı’nın egemenliği” ve “göklerin (cennetin) egemenliği” terimlerini eş anlamlı olarak kullanır (Matta 19:23-24). Tanrı’nın şahsı ve Tanrı’nın yeri (mekânı) işte bu denli yakından birbirlerine bağlıdırlar (Luka 15:18).
Ömürlerimizi bu şahsı ve bu yeri özleyerek geçiririz. İnsanlar tıpkı ideal eşini bulmak için durup dinlenmeden ilişkiden ilişkiye koşan kişiler gibi, yaşayacakları ideal yeri bulmak için de oradan oraya giderler. Yeni ve daha iyi bir yer olacaktır orası. Daha büyük bir ev. Başka bir şehir. Banliyö. Yeni bir mahalle –daha iyi okulları olan daha güvenli, daha kibar bir semt. Hayallerini süsleyen, şehir dışındaki o ev. O masalsı dağ köşkü. Sahildeki o muhteşem yalı.
Bir düşünün; insanların özlemle yanıp tutuştukları şeyin yanıtı tam olarak bizde ama Tanrı’nın şahsıyla ve Tanrı’nın bulunduğu yerle ilgili yanlış görüşlerimiz, mesajımızın gücünü kırıyor ve onu çarpıtıyor. Kiliselerimize, çocuklarımıza ve dünyamıza kasvetli bir cennet imgesi –ve dolayısıyla da kasvetli bir Tanrı fikri- aktarmamız Şeytan için ne büyük bir zafer olur.
İsa bize “Oraya (cennete) yer hazırlamaya gidiyorum. …siz de benim bulunduğum yerde olasınız diye yine gelip sizi yanıma alacağım” (Yuhanna 14:2-3) dediğinde, müstakbel eşine hitap eden bir damat olarak konuşuyordu. Bunlar romantik aşk sözleridir. Müstakbel kocasını seven bir genç kız bu sözlere nasıl yanıt verir? Heyecanlanırdı. Bu kızın, sevdiğinin onunla sonsuza dek yaşamak için hazırladığı bu yerde onunla buluşmayı hayal etmeyeceği tek bir gün, hatta tek bir saat bile olmayacaktır.
Tıpkı bir genç kızın müstakbel kocasıyla bir evi paylaşma hayali gibi bizim de cennete olan sevgimiz, Tanrı’ya olan sevgimiz gibi taşkın ve bulaşıcı olmalıdır (Vahiy 19:7). Tanrı’ya duyduğumuz coşkuyla cennete duyduğumuz coşku birbirinden ayrılamaz olmalıdır. Tanrı hakkında ne kadar çok şey öğrenirsem cennet beni o kadar çok heyecanlandırır. Cennet hakkında ne kadar çok şey öğrenirsem de Tanrı beni o kadar heyecanlandırır.
Bizim için inşa ettiği ölçülemez güzellikteki o şahane malikâne dururken bizim yeryüzü denen bu hamamböcekleriyle dolu izbe barakaya sıkı sıkı yapıştığımızı, burayı bırakma düşüncesinin bizi nasıl dehşete düşürdüğünü görmek, nişanlımızın yüreğini kim bilir nasıl yaralıyordur?
Sizin cennete karşı tutumunuz, yani cennet teolojiniz nedir? O içinizi sevinç ve heyecanla mı dolduruyor? Cenneti ne kadar düşünürsünüz? Siz, kiliseniz ve aileniz cennetten ne sıklıkta söz dersiniz?
Eğer cennete ilişkin bir coşku duymuyorsanız hemen hemen kesinlikle söyleyebilirim ki cennet hakkında zayıf, eksik ve çarpıtılmış bir teolojiniz vardır. (Ya da cennetin gündemiyle çelişen seçimler yapmaktasınızdır.) Cennet hakkında sağlam, doğru ve enerjisini Kutsal Kitap’tan alan bir görüş yeni bir ruhsal coşku kazandıracaktır.
Bizim sorunumuz genel olarak coşkumuzun eksikliği değildir. Hepimizde coşku vardır çünkü: spor karşılaşmalarını izlerken nasıl heyecanlanıp tezahürat yaptığımıza bakın. Sorun bize en büyük coşkuyu veren şeylerin nihai olarak önemi olmayan şeyler olmasıdır – mükemmel sezon, mükemmel ev, mükemmel bahçe, mükemmel araba. Bunların hiçbiri kötü değildir –dikkat ederseniz, pornografi, zina, hırsızlık ve nefret demedim. Bizim sorunumuz, bizim coşkumuzu besleyen iyi şeylerin ancak ikincil önemde olan şeyler olması, birincil önemdekilerinse bize coşku vermemesidir. Şeytan bizi yoldan çıkarmak için iki şeye olan tutku ve coşkumuzu azaltmaya ihtiyaç duyar: Tanrı'nın şahsına ve Tanrı’nın yerine.
A.W. Tozer şöyle demiştir:
Hristiyanlığın gelecek dünya öğretisine yaptığı güçlü vurgudan dolayı kimse özür dilemesin. Onun insan düşünce ve deneyimi alanına dahil her şeyden büyük bir farkla üstün olması tam da bu nedenledir çünkü… Uzak geleceği düşünmekle iyi ediyoruz.
Günümüzde Batı kilisesinin en büyük zaafı belki de uzak geleceği düşünemeyişimiz; cennetin bizim yuvamız olduğu gerçeğini ciddiye almayışımızdır. Bu dünyayla yaşadığımız aşk ilişkisi ve şu ânı sonsuzluğun ışığında yaşayamayışımız işte bundan kaynaklanmaktadır.
Ailemle bir yolculuğa çıktığımızda, gideceğimiz yerle ilgili bir şeyleri önceden bilmeyi isteriz. Bir tatil planlıyorsak gideceğimiz yerin ilginç özellikleriyle ve noktalarıyla ilgili broşürlere, haritalara bakarız. Ama her şeyi de bilmek istemeyiz –sürprizleri severiz tabii.
Dolayısıyla bu kitabı kitapçı dükkânındaki seyahat bölümüne ait gibi düşünün. O bir bakıma, cennetle ilgili bir seyahat rehberidir. Ve cennetin çocuklarınızı ve torunlarınızı Büyük Kanyon’dan, Disneyland’dan, ya da yaz kampından daha çok heyecanlandırmasını istiyorsanız Kutsal Kitap’ı açın ve onlara –sadece yerin değil, biraz da- göğün ilgi çekici özelliklerini okuyun.
Introduction: ‘When I Think about Heaven…’
I heard a pastor make a startling confession: “Whenever I think about heaven, it makes me depressed. I’d rather just to cease to exist when I die.”
I tried not to show my shock as I asked him, “Why?”
“I can’t stand the thought of that endless tedium. To float around in the clouds with nothing to do but strum a harp…it’s all so terribly boring. Heaven doesn’t sound much better than hell. I’d rather be annihilated than spend eternity in a place like that.”
Where did this Bible-believing, seminary-educated pastor get such a view of heaven? Certainly not from Scripture, where Paul said to depart and be with Christ was “far better” than staying on earth (Philippians1:23). And yet, though my friend was more honest about it than most, I’ve found many Christians share the same misconceptions about heaven.
I’ve received thousands of letters concerning heaven because I picture it in my novels. Here’s a letter that came last week:
I’ve been a Christian since I was five. I’m married to a youth pastor. The reason I’m writing is to tell you thanks for writing Deadline.
When I was seven, a teacher at my Christian school told me that when I got to heaven I wouldn’t know anyone or anything from earth. I was terrified of dying. I was never told any different by anyone either.
Until reading Deadline I was still terrified of heaven. But I’m not afraid any more. Heaven will be great.
It’s been really hard for me to advance in my Christian walk because of this fear of heaven and eternal life. You don’t know the weight that’s been lifted off me. I cried every time I read about Finney being in heaven and all his experiences there. Now I can’t wait to get there.
Because of pervasive distortions of what heaven is like, it’s common for Christians to not look forward to heaven—or even to dread it. I think there’s only one explanation for how these appalling viewpoints have gripped so many of God’s children: Satan. Demonic deception.
Jesus said of the devil, “When he lies he speaks his native language, for he is a liar and the father of lies” (John 8:44). Some of Satan’s favorite lies are about heaven. Revelation 13:6 tells us the satanic beast “opened his mouth to blaspheme God, and to slander his name and his dwelling place and those who live in heaven.” Our enemy slanders three things: God’s person, God’s people, and God’s place—heaven.
After being forcibly evicted from heaven (Isaiah 14:12‑14), the devil is bitter not only toward God, but toward us and the place that’s no longer his. (It must be maddening for him to realize we’re now entitled to the home he was kicked out of.) What better way for demons to attack than to whisper lies about the very place God tells us to set our hearts and minds on (Colossians 3:1‑2)?
Paul warned us to be aware of the devil’s schemes (2 Corinthians 2:11) and put on God’s armor to stand against them (Ephesians 6:11). Make no mistake—one of Satan’s favorite tactics is feeding us a distorted view of heaven. He knows we’ll lack motivation to tell others about Jesus when our view of heaven isn’t that much better than our concept of hell.
Look at all those people walking the streets, working in offices, standing in lines, sitting in restaurants. Their eyes are filled with needs, hopes, longings. The world tells them they’re just molecules and DNA, time plus chance. But God “has set eternity in the hearts of men” (Ecclesiastes 3:11). Their hearts cry out for eternal realities, for what will last, what really matters.
They search for something, anything, to fill the raging emptiness within. Satan offers them anesthetics that temporarily dull the pain, but they wear off. The promise of fulfillment is always broken. So they go right on searching in all the wrong places. They turn to drugs, sex, money, and power for the same reason they turn to religion and self-help seminars. Their instincts tell them “something’s missing, there has to be more.”
And they’re absolutely right. Something is missing.
The first thing missing is the person we were made for—Jesus. Haggai 2:7 refers to Messiah as “the desired of all nations,” the all people of all cultures long for.
But there’s something else missing. Every human heart yearns not only a person, but a place. The place we were made for. The place made for us.
In Revelation 7:12, Jesus makes a great promise to those who obey him: “I will write on him the name of my God and the name of the city of my God, the New Jerusalem which is coming down out of heaven from God, and I will also write on him my new name.” Jesus says he will put on us the name of the person and the name of the place (heaven) for which we were made.
We spend our lives longing for this person and this place. Just as people restlessly move from relationship to relationship seeking the person they were made for, they move from location to location seeking the place they were made for. Somewhere new and better. A bigger house. A different city. The suburbs. A new neighborhood—safer, nicer, with better schools. That dream house in the country. That idyllic mountain chalet. That perfect beach cottage.
We have the very answers the world cries out for, yet our wrong views of God’s person and God’s place silence and distort our message. What a triumph of Satan that we would actually pass on to our churches, children and world a dreary view of heaven—and by implication a dreary view of God (If we imagine heaven is boring and dreadful, aren’t we really saying God is boring and dreadful?).
When Jesus said to us, “I am going there [to heaven] to prepare a place for you.…I will come back and take you to be with me that you also may be where I am” (John 14:2‑3), he spoke as a groom to his bride-to-be. These are words of love and romance. How would any bride who loves her husband-to-be respond to them? She’d be thrilled. Not a single day would go by, not a single hour, in which the bride wouldn’t anticipate joining her beloved in that place he prepared for her to live with him forever.
Like a bride’s dreams of sharing a home with her groom, our love for heaven should be overflowing and contagious, just like our love for God. Our passion for God and our passion for heaven should be inseparable. The more I learn about God, the more excited I get about heaven. The more I learn about heaven, the more excited I get about God.
How it must wound the heart of our bridegroom to see us clinging to this dilapidated roach-infested hovel called earth, dreading the thought of leaving it, when he has hand-built a magnificent estate for us, a place beautiful and wondrous beyond measure.
What’s your attitude toward heaven, your theology of heaven? Does it fill you with joy and excitement? How much thought do you give to heaven? How often do you and your church and your family talk about it?
If you lack a passion for heaven, I can almost guarantee it’s because you have a weak, deficient, and distorted theology of heaven. (Or you’re making choices that conflict with heaven’s agenda.) A robust, accurate, and biblically-energized view of heaven will bring a new spiritual passion to your life.
Our problem isn’t that we lack passion in general. We all have it—look at the way we stand up and cheer at sporting events. (Nanci and I do, anyway.) The problem is that we get most passionate about things that don’t ultimately matter —the perfect season, the perfect house, the perfect lawn, the perfect car. None of these is bad—notice I didn’t list pornography, adultery, fornication, theft, and hatred. Our problem is that the things fueling our passion are only secondary, while we lack passion for what’s primary. To derail us, all Satan needs to do is minimize our passion for two things—the person of God and the place of God.
A. W. Tozer said,
Let no one apologize for the powerful emphasis Christianity lays upon the doctrine of the world to come. Right there lies its immense superiority to everything else within the whole sphere of human thought or experience.… We do well to think of the long tomorrow.
The greatest weakness of the western church today is arguably our failure to think of the long tomorrow—to take seriously the reality that heaven is our home. Out of this springs our love affair with this world and our failure to live now in light of eternity.
When my family goes on a trip, we like to know in advance something about where we’re going. If we’re planning a vacation, we carefully study the brochures and maps to know the destination’s attractions. (We don’t want to know everything—we do like surprises.)
God hasn’t told us so much about heaven that it spoils all the surprises waiting for us. But he’s told us enough—far more than most of us suppose—that we can envision it and get really excited about it.
Bookstore travel sections exist because everybody wants to know about the place they’re going. So think of this book as a travel guide to heaven. If we want our children or grandchildren to be more excited about heaven than the Grand Canyon or Disney World or summer camp, let’s open up the Bible and talk to them about heaven’s attractions, not just earth’s.
Photo by Umutcan Eyriyer on Unsplash